Efendimiz vefat ettikten sonra İslam’ı iyi bilen, peygamberimizin tedrisinden geçen Hz. Ali, Abdullah bin Ömer, Abdullah bin Abbas ve Abdullah bin Mesut gibi sahabeler; Sorun, soruşturma ve müşkülü olan Müslümanların danıştıkları kanaat önderleri haline geldiler. Müslümanların sorularını halifeye ve/veya kanaat önderleri olan alim sahabelere sorarlar, alınabilir cevaplardan akıllarına yatanları değerlendirirlerdi.
Alim sahabeler hem Müslümanları aydınlatanlar hem de masal yetiştiriyorlar. Alim ürünleri gelen talebeler yeni fetih edilen coğrafyalara yerleştiler ve bir yandan halkın sorularını yanıtlarken diğer yandan talebe yetiştirmeye devam ettiler. İslam’ın ilk yüz yıllarında devlete isyan etmemek şartıyla mümkünne fikir hürriyeti vardı. Bu sayede, üstatları peygamberlerimizin sahabelerinden birinin çizgisini takip eden Alimler tarafından İslam’ı farklı yorumlayan görüşler tedavisi geliştirildi. Bu görüşlerden süreçlerin kurumsallaşan kişiseline mezhep dendi. Mezheplere genellikle kurucu isimleri verildi.
O tarihlerdeki mezheplerin sınıflandırılması bugünden farklıydı. En popüler sınıflamaya göre imametin efendimizden sonra Hz. Ali ve evlatlarına karşı savunan mezheplere Şii (Caferiler, Zeydiler, İsmaililer) hadislerden neden-sonuç ilişkiyene bakmadan kesin hükümler verilmiş mezheplere Ehli Hadis (Şafiler, Malikiler, Hanbeliler) ve akla önem veren mezheplere Ehli Rey (Mutezile, Mürcie, Hanefiler) deniyordu.
Ehli Hadis grubundaki mezheplerin mensupları, mezheplerin kurucuları vefat ettikten sonra ilginç bir sorunla karşı karşıya kaldılar. Bu mezhep imamlarına göre namaz, imanın şartlarındandı. Bu hükmü Kuranı Kerimde namazı dinin tebliğ eden ayetlere dayanarak vermişlerdi. İslam’ın ilk kaynağı Müslüman olan herkes otomatik olarak namaz kıldığından bu hüküm sorunu yaratıyordu.
Fakat İslam’ı kabul edenlerin sayıları ve kendi tercihlerinden tercih edilen anne ve babasından dolayı Müslüman olanlar çoğaldıkça ortaya çıkan kılmayan kalabalık bir kitle ortaya çıktı. Namaz imanının şartlarından biri olarak kabul eden Ehli Hadis imamlarına göre namaz kılmayanlar dinden çıkıyor. (Mezhep imamları arasında sadece ne kadar süre namaz kılmanın dinden çıkacağı konusunda fikir farklılıkları vardı.)
Ehli Hadis mezheplerinin diğer hükümlerine göre dinden çıkan kişilerin tedavileri ve mallarına el konulması gerekiyordu. Müslüman bir hanımın kafir bir erkekle evlenmesi caiz görülmediğinden, namaz kılmasına rağmen eşiyle evli kalan kadınlarında cezalandırılması gerekiyordu. Hatta bazı mezheplere göre bu kadınlar cariyesi, çocukların köleliği yapılmalıydı.
Ehli Hadis mezheplerinin temellerinin ayrıntıları dışında neredeyse mutabakat halindedir, hiçbir zaman ve hiçbir yerde uygulanmamıştır. Uygulanması teklif dahi edilmedi. Zira bu hüküm uygulansa medeniyet seviyeleri. Giderek Müslümanların daha az beş vakit namaz kılıyordu. Bu kadar insanın çalışması, kadınların ve çocukların köleleştirilmesi ve mal mülkün hayata geçirilmesi zaten pratikte mümkün değildi.
Fakat Ehli Hadis alimleri pratikte uygulanmasa bile bu hüküm nedeniyle muhtelif sorunlar yaşıyorlardı. İlim meclislerinde, sohbet toplantılarında ve fikir tartışmalarının yaygınlaştığı diğer mezheplere ve dinlere mensup kişiler tarafından sıkıştırılıyor hatta yok ediliyorlardı. Mensubu hatta alimilerdi mezhebi savunamıyorlardı. Çoğu Ehli Hadis’i benimseyen halifeler ve sultanlar da bu sırada rahatsızlandılar.
”Mezhep imamlarının görüşü bu değil” diyemiyorlardı. ”Mezhep imamlarımız bu konuda yanılmış” hiç diyemiyorlardı. Mezhep imamlarının mutabık olduğu bu görüşün neden uygulanmadığına cevap veremiyordu. Bu görüşün uygulanabilirliği savunulamıyorlardı. Sıradan Müslümanların sorularını cevaplarken de sorun yaşıyorlardı. Namaz kılmayan, ”sen kafirsin” de ”sen Müslümansın” da diyemiyorlardı. Namaz kılmayan kocasıyla evli olup olmadığı yani nikahının düşüp düşmediğini soran hanımları başlangıçtan savıyorlardı.
Ehli Hadis en kalabalık taraftar kitlesine dönüşür. Sultanların ve halifelerin çoğu bu görüşmüştü. Ama bu sorun Ehli Hadisin yumuşak karnıydı. Bir alim yani İmam Eşari bilmeden, Ehli Hadis alimlerinin imdadına yetişti. Eşari, Mutezile alimlerinin en etkililerinden ve dayanıklılıklarından olan el-Cübbai’nin üvey oğluydu. Çok iyi yetişmişti. Eşari hukuktan ve ibadetlerden çok, Mutezile mezhebinin parlaklığının zekası, hadis, iman gibi odaklanmıştı. İlerleyen yaşlarında Mutezile mezhebinden ayrılarak Ehli Hadis katılıp benimseyen Eşari, dayanıklılığının savunduğu çok sayıda kitap yazdı. Hiçbir zaman mezhep hesaplaması gibi bir amaç olmadı.
Eşari imanla ibadetlerin ayrı olduğunu, namaz kılmanın imanın şartı olmadığını Ehli Hadisin dayanağına dayanarak yani hadislerle temellendirerek savunuyordu. Aslında bu konu sadece bir örnektir. Eşari itikatla ilgili gelişmeler kendinden önceki Ehli Hadis imamlarından çok ilerideydi. Geliştirdiği teoriler Ehli Hadis üyelerinin bir sürü sorunu çözülüyordu. Bu gelişme üzerine Ehli Hadis alimleri yeni bir teori geliştirerek fıkhı-itikadi mezhep analitikna gittiler. Böylece fıkhi olarak Maliki, Şafi ve Hanbeli olan Müslümanların çoğunlukta olması itikadi olarak Eşari oldular. Eşarilik, Ehli Hadisin zayıf performansını giderdiğinden ve devlet başkanına fasık bile olsa uyulmasını zorunlu gördüğünden devletler tarafından da desteklendiğinden, hızla ilerlemeye başladı.
Hanefilik hem fıkhi hem de itikadi açıdan çok güçlü oluşumları olan bir mezheptir. İmam Hanefi anlamıyla tam anlamıyla bir dehadır. Hanefilik o kadar etkileyicidir ki Mutezile mezhebini benimseyenlerin çoğu hatta Şii olanların bir kısmı fıkhi olarak Hanefi’ydiler. Yani Hanefilerin Ehli Hadisin yaşadıklarına benzer sorunlar yoktu. Fakat Ehli Hadisin ayrı itikadi mezhebinin olması, dönem Hanefi alimlerini rahatsız etti. Bu eksiklik olarak görülenlerden İmam Maturidi’nin listeleri itikadi mezhep olarak benimsediler.
İmam Maturidi, İmam Eşari ile aynı tarihlerde ama ondan çok uzakta, Türkistan’da yaşanmış bir Hanefi alimiydi. İslam’la henüz tanışan Türkistan’da Gök Tanrı dinine, Budizm’e, Maniciliğe, Hıristiyanlığa, Mecusiliğe, Brahmanizm’e ve Zerdüştlüğe mensup kalabalık gruplar yaşıyordu. Ayrıca onun mezhepten Müslümanları da vardı. Bu nedenle İmam Maturidi İslam’ı savunan, iman ve itikat ağırlıklı üretimler gerçekleştirir.
İmam Hanefi neredeyse herkesin Müslüman olduğu Irak’ta yaşıyordu. Doğal olarak muhatap olduğu sorular ve sorunlar fıkıhla ve ibadetlerle ilgiliydi. İmam Maturidi, Müslümanların azınlıkta olduğu ama İslam’ın merak ettiği ve diğer dinlerin mensuplarının kıyasıya kıyasıya eleştirildiği Türkistan’da yaşadığından imanla ve itikatla ilgili konunun ağırlığını verdi. Maturidi’nin İmam Hanefi ile çelişmesi söz konusu değildir. Böylece üstadının ayrıntılarıyla detaylandırılarak savunmuştur. Hanefi’nin sıkıntısı yorumlanmıştır.
İmam Hanefi’nin önceliği Müslümanların çözümcüleriydi. İmam Maturidi’nin önceliği insanların İslam’a alışmasıydı. Maturidi’nin hiçbir zaman mezun olmadığı gibi bir düşünce olmadı. Fakat Eşarilikten ilham alan Hanefi alimleri, onun parçaları, Hanefilerin tamamının benimsedikleri itikadi mezhebe dönüştürüldüler.