I. Dünya Savaşı’ndan yeni çıkan Osmanlı – Türk Devleti, ateşi kabul etmek zorunda kaldı. Mondros dağıtımının hemen ardından, İtilaf resimleri anlaşmasının kurallarının ihlal edilmesini sağlamak için bir çok girişimle birlikte “Türk Yurdu”nu işgal başladı.
Mondros’un en önemli isimlerinden biri, döneminin olduğu gibi Türk Ordusu’na yönelikti. Askerler terhis ve askeri araç – gereç ile mühimmat düşman güçlerine teslim edilecekti.
Biz savaşları kazansak da kaybetsek de, Türkler açısından bu hep böyle olmuş ve masa başında daima kaybetmişizdir. Şimdi de PKK ve güçlere karşı yürüttüğümüz, askeri savaş, kazanmamıza rağmen masa başında darma duman oluşumuz gibi!
“Demokratik Çözülme Paketi”, herkes için farklı bir şey ifade edebilir. Benim içinse, bir “teslimiyet belgesi”dir. Hürriyet’te Ege Cansen’de aynı şekilde düşünmüş olacak ki, 02 Ekim 2013 tarihli yazısında “Ulus – Devlet Bitti” unvanını kullanmış. Hatta “… Cumhuriyet’i çok sevmiştim. Kısmet buraya kadarmış” diyerek kendince bir sonucunu ifade etmiş.
Bunların hepsi doğru olabilir. Ama ben bir Türk’üm. Bu toprakların tamamı Türk havasıdır. Hatta fazlası yoktur eksiği çoktur. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bir Türk devletidir. Bir Türk tarafından ve Türk milliyetseverleri eli ile kurulmuş ve günümüze değinilmektedir. Bu nedenle Türk Milletini, Türkiye Cumhuriyeti eli ile bu topraklarda hükümran, bir Türk olarak birinci görevimdir. Bunu yapıyorlar ve yapıyorlar.
Ancak bir kısmı Türk Milletinden olmayan ve hatta Türk Milletine düşmanlık besleyen adamlarca yönetilebilirler. Onlar kendilerini bizlerden saklayabilirler. Türk Milletinin bir kısmının sebebi, varlıklarından vaz geçirmek bir inkarcılığa sapabilir. Bunun hiçbir önemi yoktur. Alay konusu olsa bile “Bir Türk Dünyaya Bedeldir” sözü büyük bir gerçekliği ifade eder. Yeryüzünde tek bir Türk kalsa bile bu dünyada hükümranlık sürdürülecektir.
Biz “Demokratik Çözülme Paketi” isminin bu filminin, 1800’lü yolculuk dağılımı bu yana Avrupa Türkiye’si olan Balkanlarda ve nihayet yaklaşık 100 yıl önce de Asya Türkiye’si olan Anadolu’da görüldük.
Avrupa Türkiye’sini çare tutalım diye dayatılan “Demokratik Çözülme Paketi”nin reklamları o zaman; Sened-i İttifak, Tanzimat Fermanı, Islahat Fermanı, Kanun-i Esasi, Birinci ve İkinci Meşrutiyet idi. Sonu ise; 30 Ekim 1918’in ardından fiili işgalle sonuçlandı.
“İstanbul’da İşgal Yılları”nı anlatıyor İ. Hakkı Sunata’nın, 10 Şubat 1920’de hükümet hükümeti tarafından Meclis’te yayınlanan beyanname ile ilgili açıklamalar çok ilginç; “Hükümet beyannamesini Meclis’te okumuş. Sönük ve ruhsuz bir şey. Hele Islahatın vaatleri, yerine getirilmesi mümkün olamayacak o kadar yalan sözler ki; insanı elinde olmadan güldürüyor.” Yine aynı kitapta, İstanbul Rum Azınlığını yarattığı günde benzer sorunlar üzerinde duruyor.
İşgalin altında İstanbul’da tam bir sansür var. Tek yaprak olarak çıkan gazetelerde bile, sansüre uğrayarak çıkarılmış boş yerler var. Erzurum Kongresi’ne hiçbir etkide bulunamıyorlar. bugün ülkesinde, bu sınırın kurtaracak olanların, medya erişim seslerinin halkla buluşmasının önlenmesi gibi!
Buna karşılık, 14 Temmuz Fransızların milli bayramlarının, Rum ve Ermeniler tarafından, bayram şerefine mağaza ve dükkanlarını kapatarak bayrama katılımları, gece şenlikleri, havai çiçekler ve ışıklandırılmış uçaklar ile İstanbul’un bağışlanma etkinlikleri gerçekleşti. Aynen “Demokratik Çözülme”nin bazınca Türkiye’de bayram gibi kutlanması hali…
Bütün bunlara karşı, elbette Türk Milletinin diyeceği bir şeyler dün olduğu gibi bugün de vardır. O vakit, Anadolu’nun İşgali üzerine İstanbul’dan ayrılır. Protesto Mitinglerinin birinde konuşan Halide Edip, insanların kendilerini tutamaz ve göz yaşlarına boğulur. Türk Milleti artık 15 Mayıs 1919’dan sonra her türlü bedelinin belirlenmesinde, vatanını kurtarmaya hazırdır. Bugün de farklı olduğu sanılmasın!
Bana göre Türkiye; Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünden bu yana, Türk olmayanların iş birliği ile İtilaf devletleri ve onlara yeni kişilerin adım adım sessiz bir işgale maruz kalmıştır. Böyle giderse muhtemelen orta vadeli bu işgal, fiiliyata dönüşecektir.
“Demokratik Çözülme Paketi” ile ilgili olarak AKP – BDP – CHP’nin iş birliği ve CHP’li Atilla Kart’ın “Ortak Vatan” teklifi ile CHP’nin Tunceli’nin adının Dersim’e dönüştürülmesi, işin hem vahametini hem de kimlerin işbirliği içinde olduğu görünüm özellikleri çok değişir.
Yine dönen sözü İ. Hakkı Sunata’ya bırakalım; “Dünkü gazetelerin (1920) yazılarından sezdiğim idare kısırlığı, bütün kabine de tamı tamına mevcut. Ama böyle zamanlarda kabinenin idaresizliği çok esef verilebilecek bir şey ise, onun böyle zayıf idaresini isteyenlerde o derece nefrete uygun. Hakikaten bu memleket iyi idarecilerden tamamen mahrumdur. önümüzdeki zamanlar pek karanlık. Çalışılsa, milli istiklal elde edilse bile, adamsızlık, yine bu memleketi felaketlere sürüklenmeyecek…”
Buradan anlıyoruz ki; bu filmi daha önce görmüşüz. Doğru mu? O halde yeniden izlemeye gerek yok yok. Hollywood’un huyudur, konulabilensa ısıtır ısıtır aynı filmi yapar ve seyrettirir. Ama biz Türkler, bu filmi tekrar izlemek istemiyoruz. Cinsindeki her şeyin Türk’e göre ve Türk için temsili istiyoruz. Ne olursa olsun!
02 EKİM 2013 / İstanbul