Murat Taşdan: Anlam adamı olmak

Murat Taşdan: Anlam adamı olmak
Yayınlama: 21.12.2024
3
A+
A-

Bu aralar aklım fazlaca takılıyor. “Neye” Derseniz hesabıyla vira edip yazmak isterim. Madem başlıyorum. Hani; benim boyutum, sizin bana, bizim diğerlerine bakarak ve bir düze ahkâma göre amel ettiğimiz şeyleri, şu toplumsal hayatı düşünüyorum. Evet onu… Peşinen bakıp zehap mı olabileceğinizi, yoksa gerçek mi bilemem, lakin penceremden tarzımız efendim: alayımız iddia ve ilgi sahibiyiz, dava sahibiyiz; Hatta iman ila kin sahibiyiz ve ama ne darıyla ne genişiyle yetkin bir anlam ve kavram sahibi olmaya toplum hesabıyla yetemiyoruz. Bu “yetkin olamamak” naçar ve ne fena!..

“Toplum” Bildiğimiz kamu dinamik bir organizmadır ve sorunların çözümünde bir değişiklik meydana gelir. Değişir de biz hesabında bu değişimin daha iyiye, mütekâmile doğru meyletmesi ne dinlemesine; haberimiz var mı? “Benim çocuğum bina okur, döner döner yine okur” diyesi kişi modu ile handiyse asrı sağlanır, modern çağın bolluğuna bölünmüşlüğümüz fikir, kültür, refah ve beşeriyet tutulmamızın astımlı halden kurtulmamak ne menemdir; hülasa “işte takıldığım da budur”.

“Çağ” diyorum. Hani çağı görülebilir, kendini tanımak ve özlenesi büyük ülkede varmak, handikaplarınızı bilip kabul etmeden ve çetin bir sorgulamaya giriş yapmadan olmuyor ey kari. Özüne, köküne bağlı dallanıp budaklanan, kendini yeşile veren ulu çınar, muhtemelen Osman Beğ’in rüyasına boşuna ilham gelmemişti. Türk-İslam’a “kökümüz” derken akletmenin ve kritik olan sosyetenin köküne kibrit suyunu dökmek, yine bize has işler ols’a gerekir.

Haydi, bir şeriat oluşumlarını düşünelim; kötürüm demokrasi kültürümüz bir yana değişiyor. Yine dedik ya: toplumlar dinamiktir. Olduk şeriat ve beşeri sorunlarımıza göre verilen hükümler (şeriat) de meselesinin esvabına göre nesh edilemiyor mu? Bir Müslüman toplumu mensûh olan herhangi bir hüküm, şart; Nâsih ile yeni şartlar ve delillere kapı aralıyorsa ezberden değil, akıldan bahsetmemiz gerekir. Buyurdunuz mu; ki şeriat de bir aklın işi olsa işin gereğine!.. Bu, ters yüzü ile bunu açıklar: esasta temelde fikirlerin kolay kolay devam etmesi; Fikri sabitelerimiz mıh gibi çakılıdır beynimize. Çakılı olan fikir değildir, hiçbir fikir kırılmaz, kıpırdamadan olamaz!

Türkler bir Hegel Çıkardığına göre (Atsız bile Bozkurtlar romanında Çinli filozofu aşağılayıcı konuşur) o halde amelini değiştirip iktiza eder. Ama o ameli, cehennemden gelen Stalin’in bizi milyon kere katletse bile değiştirmeyiz. Neyleyim, kaderimiz böyledir. Şu anda diyalektiğini yapmayız ki “kader” mührü, onun bohçamızı bağları durur. Bohçanın içinde herkesin katılımıyla baka baka aynı olmuşuz; farklılığı, farklı olanı “ayrıca gayrı düşünüyor bu teres” diye boğmuşuz: adını faşladığımız Hallaç Mansur olmuş, Nesimi olmuş ne fark eder.

Sorunlarımız açık, berrak, görünümler hale gelmek zorunda. Mustafa Kemal’i desteklemek için haklı olan işi yapmayın adam, milliyetçilerin desteklediğini alarak yine milliyetçilerden nefret eden bürokrat beni neden istemiyor? Derim ki akıl ve etik olmadan her Allah’ın günü arkadaşlarının hukuku hukuku gasp eden toplum rüsvadır, kaybetmiştir. Böyle bir toplumun yolu da kapalıdır.

Hep söyledi; ne dar ne geniş anlam ve analiz yetisi inşa edilmiş kalabalıklardan bizden gayrı onun düzeninin düzeni geliyor. Nedir bu “dar” ve “geniş” anlamı? İster tümden gelin ister parça parça tüme varın. Basit bir örnek örnek: İnsan olmayı şeref sayıyorsanız önce adaleti önemsersiniz mesela. Oradan hak ve hukuk üzerine bir nizam düşüp ortaya çıkar ve bunu ölüm bahasına savunursunuz düşmanınız olsa bile… O vakit emeğin hakkı için yeri göğü inletirsiniz. Bir ağaç için şehrin asfaltını kapatırsınız. Şu elin gavuru François Marie Arouet’yi, yani diğer Voltaire’i aklınıza göre ayarlayın. Sevmediğiniz dahi tasarruf hukuku hukuku savunun. İmdi sizin karşınızda göz göre göre hak hukuk çiğneniyorsa şeref ve insanlık çiğneniyordur ve bir fiske kadar tepki veriyorsanız sizde her şey olsa da anlam ve izan hemşerim değildir. Anlam ve izan yoksa da toplum değil, kalabalıklar vardır. Kalabalıklar da çobana sürülecek sürü hissini verir. Bu, postu kapananların, üstüne oturanların ve konfordan bir his ödeyip kaparak arsızca üzerimize höykürenlerin hep terapiye entegre edilmiştir. Memalikte kendine güç vehmeden kimsenin, ondan olmayan bütünlük namertçe tehdit etmesi, gözdağı vermesinin arsızlığıdır bu. Velhasıl Amin Maalouf’un “çivisi çıkmış dünya”onun kadroluları olarak ne dincimiz, ne (kalmasa da) solcumuz, ne demokratımız ne de milliyetçiliğimizin karşılığını adam gibi verememiş, anlam adamı olamamışlardır.

“Anlam” elbette vasıl olmayı değil, arayışı ifade eder bu cümlelerde. Sorgulamayı, samimi öfkeyi ve itirazı; hatta değiştirmek ifade eder. Yeter ki anlam adam olmayı kafese koymuşların elinden kurtarıp alın ve şu güzel memlekete geri dön arkadaşım. Yüksek sesle itirazla “Senin gibi düşünmeyeceğim!” almak isteyenlere bu memleketi dar üyeli yoktur. Günün 45 saat emeğini satarak çalışan işçilerinin, üniversite kapılarından ayrılıp, gelecek hayali kuran gencin anlamlı olmasın diye yapılan sayısız yanıltıcı ve köreltici enformasyonun bozulmasının anlamı var. “Biz babamızdan böyle gördük” lafzıyla “pırımız ne dediyse o” düsturuyla çağın yoklukları arasında sayılmak eğer bir tercihse buyurun böyle devam edelim. O zaman çocuklarınızı ve şu ülkeyi sevdiğinizi bir daha düşünün; yeter ki düşün!

Kaynak

Viyanablog Sitesinin Kurucusuyum.